Şems’i de Mevlâna’yı da biliriz. Aralarındaki muhabbeti, derin ilmi, çağları aşmış gelen fikirleri hepimizin malûmudur. Bu ikilinin ilişkileri ve fikirleri üzerine nice eserler yazıldı, nice filmler ve oyunlar yapıldı. Konya elinde Mevlâna ilim – irfan sahibi biri olmasına, makam mevki bağlamında yüksek yerlerde bulunmasına rağmen bir türlü iç huzuru bulamamakta, tebriz’den yola koylup Bağdat’ta, Şam’da Anadolu’da diyar diyar, medrese medrese, hoca hoca dolanmış olmasına rağmen Şems de ne yazık ki aradığı manevî hazzı bulamamaktadır. Çok büyük devlet görevlerinde, idari merhalelerde olduğu ve çocuklu bir aileye sahip olduğu için Mevlâna Celâleddin Konya’dan ayrılamaz. Ancak fırtınası dinmeyen, sancısı eksilmeyen Tebrizli Şems aynı durumda ve konumda değildir, bu yüzden hareket etme anlamında daha rahat haldedir. Şems, hiçbir hocadan tatmin olmaz, hiçbir üstattan içini ferahlatacak cevapları bulamaz. Perende olur, yollara düşer. Şam civarındayken meşhur rüyasını görür. Aradığı dostun, hocanın, müridin, yoldaşın Rûm diyarında Konya vilayetinde olduğu söylenir kendisine. Şems’e yine yollar gözükmüştür. Durmaz, tekrar yollara düşer. Konya’ya, yoldaşına, hem hocası hem müridi olan kişiye yani Muhammed Celâleddin’e gelir, Merecel Bahreyn’de karşılaşırlar… Ve uzunca bir halvet dönemi başlar. Şems aradığını bulmuştur. İçindekileri dünyaya duyurabilecek kişiyi bulmuştur. Sorularına cevap, kendisine mürşid bulmuştur. Muhammed Celâleddin ise Şems sayesinde maddeden geçip mânâ peşine düşmüştür. Koskoca baş müderris, sultanların önünde diz çöktüğü, Sultan Baha Veled’in şanlı oğlu Muhammed Celâleddin kendinden geçmiş bir derviş misâlidir artık. Halk ve yönetim düşman olur onu bu hale getirene; yani Şems’e. Şems ortadan kaldırılmalıdır. Bunun için plânlar yapılır, adamlar tutulur. Bir gün aniden Şems ortadan kaybolur. Herkes Muhammed Celâleddin’in yine eski hale döneceğini düşünür ancak beklenilenin aksine Muhammed Celâleddin Şems’in yokluğuyla birlikte kendinden geçer. Şems’i ortadan kaldırmak isteyenler dahi aramaya koyulur. Ancak Şems öldürülmüş müdür yoksa ortadan mı kaybolmuştur? Bunu tam manası ile bilen yoktur; Muhammed Celâleddin de dâhil… Lâkin o artık başka bir boyuttadır. O vuslatı yani Şeb-i Arûs’u düşünen, dünyevi zevklerden geçen, Şems’e kavuşmanın aşkıyla yanıp tutuşan bir bigânedir. O artık bir şair, bir derviş, bir âşıktır… O Muhammed Celâleddin olmaktan çıkmıştır, o artık Mevlâna’dır.
Özen Yula’nın yazıp yönettiği oyun, bu aşkı en derin haliyle anlatıyor. Ancak sahnede Şems ve Mevlâna olmaksızın. Onların olmadığı anlarda onları hayatlarının merkezine koyan insanların gözü ve diliyle anlatıyor bu aşkı. Mevlâna’nın eşi, iki oğlu, Şems’in karısı ve dervişin anlatımlarıyla dinliyoruz bu büyük aşkı.
Özen Yula’yı birçoğumuz çağdaş Türk tiyatrosuna kattığı değerli metinlerinden biliyoruz zaten. Kaleminin başarısını uzun uzun anlatmaya gerek yok. Onun metinlerindeki derinliği anlatmaya bu satırlar yetmeyebilir. Başlı başına sayfalar dolusu inceleme konusudur. Şems!.. Unutma!.. oyununun metni içinde aynı düşünceleri paylaşıyorum. Özen Yula bu aşk hakkında hiçbir detayı atlamadan her şeyi gayet net bir şekilde yazmış. Mevlâna ve Şems’in aşklarının derinliğini bilmek isteyen bir insanın bu oyunu izlemesi başlangıç açısından çok iyi bir tercih olacaktır. Bu aşkta Şems’i bir adım daha önde tutması ise konuya ciddi anlamda hâkim olduğunu gösteriyor. Öyledir de zaten, çünkü Muhammed Celâleddin’den koskoca bir Mevlâna çıkaran kişi Şems’tir. Bütün bunların yanı sıra Özen Yula’yı metinde yer verdiği başka bir konuda da tebrik etmek istiyorum. Şems ve Mevlâna hakkında yazılar yazan, kitaplar çıkaran birçok ismin atladığı kişiyi yani Selahaddin Zerkûbi ismini atlamadığı için tebrik ediyorum. Selahaddin Zerkûbi ismi Şems’ten sonra Mevlâna’ya yarenlik eden kişidir. Ve Mevlâna anlatılırken görmezden gelinemeyecek önemli bir kişidir.
Özen Yula’nın yönetmenliğine gelince; bazı isimler rejiden sıkıldığını, başarısız bir reji olduğunu söylese de ben aksini düşünüyorum. Bu aşk öyküsü ancak bu şekilde verilebilir. Elbette devinimi düşük olacaktır. Elbette bunaltacaktır, sancı çektirecektir. Çünkü bahsedilen kişiler çağları aşıp günümüze ulaşan, aşka çok farklı bir boyut katan iki dev isim; Mevlâna ve Şems… Bu derin aşk lay lay lom şekilde sahnelenecek değil herhalde. Dolayısı ile rejide en az metin kadar başarılı. Oyun boyunca iki ebru sanatçısının sahnede ebru işlerkenki görüntülerinin arka dev yansıya o görüntülerin verilmesi çok şık bir buluş. Aşk anlatılırken verilmesi gereken ana duygu; sabırdır. Ebru da sabır gerektirir. Ayrıca Mevlâna ve Şems’in birbirlerine ruhen geçmiş olmalarını temsil etmektedir.
Oyunculuklara gelince; Yetkin Dikinciler hakkında kötü söz söylemeye imtina ederim ancak bir hususu söylemeden de edemeyeceğim. Yahu bir oyuncunun şarkı söylerken sesi bu kadar detone olur. İlla o karakterin şarkı okuması gerekiyorsa ve ses de böyleyse o zaman bu oyunda rol almamalıydı. Kişi kendi sesini bilmeli, şayet oyuncu bunun farkında değilse yönetmen fark etmeli. Sırf şöhret isim oynatıp oyun tutsun diye tercih edildiyse Yula’ya yakıştıramam. Dikinciler baştan sona sahnede kalıyor ve yer yer şarkı okuyor. Ama sesi o kadar kötü ve kulak tırmalayıcı ki oyundaki büyüye dahi zarar veriyor. Oyunculuğu hakkında söylenebilecek olumsuz bir şey yok. Çünkü kendisine verilen rolün hakkını her bakımdan vermiş.
Teoman Kumbaracıbaşı; ne güzel bir Sultan Veled oynamaktır o. Babasına ve mürşidim dediği Şems’e gönülden sâdık, sözünü bilen, yüreği temiz bir adamdır Veled. Teoman Kumbaracıbaşı da sahnede tam bir Veled olarak karşımızda duruyor. Mahcup edası, sakin mizacı ama bir o kadar da kararlı tavrıyla Veled’i mükemmel oynamış.
Sema Keçik; Kerra Hatun rolüyle sahnede. Yönetmenin tercihi de olabilir ancak üstlendiği karakteri çok sert oynamış. Kerra Hatun o denli sert bir kadın değildir, hiçbir kaynakta da o şekilde anlatılmaz zaten. Bu özgün bir hikâye olsaydı belki yorum diyebiliriz ancak gerçek bir yaşantı aksettirildiği için fazla yorum katılmamalı diye düşünüyorum.
Beste Bereket; Şems’in eşi olan Kimya’yı oynuyor. Bazı kaynaklarda Kimya silik, sessiz, müdahil olmayan biri olarak lanse edilir ancak öyle değildir. Aksine Kimya entelektüel biridir, atak bir mizaca sahiptir. Hatta Mevlâna’nın kitap okuduğu esnada sürekli yanında durup ona tartışmalarıyla eşlik eden kişidir. Beste Bereket Kimya’nın asıl halini sahnede çok güzel gösteriyor. Her zamanki gibi duru oyunculuğu ile sahnedeydi. Özellikle gözlerini çok iyi kullanmış. Her bir bakışı kendinden sonra gelecek cümlelerin önsözü niteliğindeydi.
Oyunun ışık tasarımı Yakup Çartık’a ait. Bu oyunda olmazsa olmaz bir unsurdur ışık. Özen Yula da bunu bildiği için ışığa çok fazla görev biçmiş. Ve tasarımcısı bu konuda çok başarılı bir iş çıkarmış. Yaptığı ışıklar hikâyenin mistisizmine katkıda bulunmuş. Işık sayesinde seyirci direkt hikâyenin içine girebiliyor. Gayet başarılı renklerle çok güzel fotoğraflar yakalanmış. Bu sebeple Yakup Çartık’ı tebrik etmek lâzım. Lâkin ışık ve efekt uygulamadaki kişilerin mutlaka ve defalarca uyarılması gerek. Oyunu izlediğim gün uygulamada birçok hata oldu ve o hatalar oyunun büyüsüyle sahneye odaklanmış olan seyirciyi tamamen sahneden koparabilecek hatalardı.
Jehan Barbur; oyunun müzikleri kendisine ait. Oyunu yönetmen ile birlikte var eden kişi dersem umarım Özen Yula’ya haksızlık etmiş olmam. Gerçekten de müzikleri ile metni daha anlamlı kılmış Jehan Barbur. Müziklerin hepsi kullanıldıkları her sahneyi daha derin hale getirmiş. Hiçbir müzik sahneden ve metinden kopuk değil. Barbur, bazı müzisyenlerin yaptığı gibi kendi başarısını göstermek adına değil tamamen oyuna odaklanarak müzikleri yapmış. Kendini oyuna ait hissettiği çok belli. Oyunun müziklerini yapmış olmanın yanı sıra oyuncu olarak da sahnede bulunuyor. Ve hem oyunculuğuyla hem sesiyle hem de müzikleriyle izleyenleri mest ediyor.
Oyunu anlamak için bir kez izlemek yetmez. Bir daha gideceğim. Her ne kadar Şems ve Mevlâna aşkına hâkim olduğumu düşünsem de bu oyunu izleyerek daha ince detaylara ulaşabileceğimi düşünüyorum.
No Comment
You can post first response comment.