Mavi Marmara gemisi Gazze’deki İsrail zulmü altında bulunan Filistinlilere yardım götürmek maksadıyla yola çıktığı zaman çok takdir etmiştim. Çünkü bu, zulme bir başkaldırıydı. Orada açlıkla, hastalıkla, ölümle baş başa bırakılmaya çalışılan insanlara el uzatmak anlamına geliyordu. Filistinlilere gönderilen “biz de sizin yanınızdayız” mesajıydı. Bir anlamda İsrail’in çavuşluğuna da kafa tutmak demekti. Sonrasında İsrail resmen insan haklarını, uluslar arası tüm kuralları ihlâl edip ve açıkça tüm dünyaya bu bağlamda kafa tutup gemiyi askerleriyle basıp dokuz insanı öldürdü. Bunu protesto etmek, kınamak, lanetlemek maksadıyla düzenlenen İsrail aleyhtarı tüm eylemlere katılmıştım. Ancak orada şunu gördüm ki, kendilerini İslamî diye tanımlayan bazı gruplar ve İHH, durumu tamamen tekelleri altına almış durumdalar. Oysaki bu bir din, inanç ya da mezhep mücadelesi değildi. Bu bir insan hakları ihlâliydi; olaya bu cepheden bakmak ve baktırmak lazımdı. Zaten eylemlere katılmak isteyen farklı ideolojilere ve fraksiyonlara sahip kişilerde durumun belli cemaatlerin ve grupların tekeli altına girdiğini görünce eylemlere katılmaktan vazgeçti ya da benim gibi katılmış olsalar bile imtina ederek katıldılar.
Gelelim bu girizgâhın oyunla ilintisine. Rachel Corrie 16 Mart 2003’te Filistin’de, bir ailenin evinin yıkılmasını önlemeye çalışırken İsrail buldozerleri tarafından ezilerek can veren bir barış gönüllüsü… Benim Adım Rachel Corrie isimli oyun ise daha önceden adını hiç duymadığımız A – Z prodüksiyon denen bir şirket tarafından sahnelenmiş bir oyun. Oyunun galası, adeta Filistin’de yaşanan dramın ya da Rachel Corrie’nin hayatının, onun Filistin’de yaşadıklarının anlatılacağı bir oyun değil de cemaatlerin gövde gösterisi niteliğindeydi. Bunun haricinde saygısız davranan görevliler, davet ettikleri insanları yerlerinden kaldırıp kendilerince önemli gördükleri kelle adamlara yer sunma telaşında olan ve şirketlerinin reklamlarını yapmak maksadıyla görsel basının dikkatini Rachel Corrie’nin ailesine çekmeye çalışan yetkililer, tiyatro etiğini ve estetiğini bilmeyen bir takım kaba insanlar… Bilinsin ki böyle hassas bir konu üzerinden para ve reklam kaygısı güderek iş yapmak çirkinliktir. Şayet maksat, dikkatleri Filistin’de yaşanan dramı ve insan hakları rezaletini gözler önüne sermekse yine bilinsin ki bu dava bir grubun tekelinde olan bir dava değildir. Elbette ki kendilerini İslamî diye tanımlayan gruplar, cemaatler, kuruluşlar da bu haksızlığa karşı gelmelidir ve bu bağlamda tavırlarını ortaya koyabilirler ancak Filistin’deki haksızlığa karşı gelmek asla bir İslamî grubun mücadelesine destek vermek değildir, kimsenin de böyle yansıtmaya hakkı yoktur. Buna en güzel örnek de zaten Rachel Corrie’nin kendisidir. Filistin’de veya başka bir coğrafyada zulüm gören insanlara destek olmak, “insanım” diyen herkesin davasıdır; inancı ve ırkı ne olursa olsun. Sol – sağ birçok insanın karşı durduğu bir zulüm var orda. Kim ve hangi grup olursa olsun kimsenin böylesi bir konuyu reklam ve ticaret aracı olarak kullanmaya hakkı yoktur. Gerçi adamlar işin kolayını bulmuşlar canım; herkesin destek vereceği bir konuyu işleyerek, anlaştıkları birkaç belediyeye satıp paralı bir prodüksiyon yapmış oluyorlar. Yazıklar olsun hakikaten tek kelimeyle yazıklar olsun!
Bütün bunları vurguladıktan sonra oyunu teatral açıdan inceleyelim. Alan Rickman – Katherine Viner tarafından yazılan Benim Adım Rachel Corrie oyunu Turgay Kantürk rejisiyle sahnedeydi. Oyun, zaten epey bir gecikmeyle başlayarak (35 dakika) izleyenlerin sabrını zorladı. Ancak oyun başladığında sahneye gelen ve Rachel Corrie’yi oynayan oyuncu Setenay Yener, önce sahne arkasından gelen ışıkları kesmek için birkaç dakika arka perdeleri kapatmakla meşgûl oldu. Dakika bir gol bir, oyuncunun da seyircilerin de dikkati dağıldı. Prodüksiyon şirketinin acemiliği ilk dakikada kendini göstermiş oldu. Oyun boyunca müzik, oyuncunun sesini bastırdı. Çoğu yerde ne söylediği anlaşılamadı. Bir de üstüne oyuncunun diksiyonunun aşırı derecede bozuk olması sözleri daha da anlaşılmaz hale getirdi. Özellikle oyunun bir yerinde şarkı okumaya başladığında sunucu Seray Sever’in albüm çıkardığı zaman medya kuruluşlarına düşen çıplak sesini duyar gibi oldum. Bir oyuncu da ancak bu kadar kötü bir ses olur.
Setenay Yener tam bir başarısız bir meddah gibiydi. Gerçi meddahlara haksızlık yapmış oluruz. Meddalık, geleneksel kültürümüzün kıymetli bir ögesi sonuçta. Burada ancak ve ancak “kötü bir meddah taklidi vardı karşımızda” diyebiliriz. Omzunda mendili, elinde ise değneği (bastonu) eksikti. Elini kolunu nereye koyacağını bilemiyor, her hareketi tamamen karikatürize, her hareketi yapmacık duruyordu sahnede. Bu oyunda oynayan kişinin Rachel Corrie’yi tamamen içselleştirmesi ve oynarken onu hissetmesi lâzımdır, en azından o kişinin canı pahasına neden orada olduğunu bilmesi gerekir. Ancak oyuncu da o içtenliği hiçbir şekilde göremedik. Sesinde, bedeninde, mimiklerinde zerrece duygu yok. Rachel Corrie’nin yaşamının dönüm noktaları diye nitelendirebileceğimiz anlarını oynarken dahi hiçbir duygu değişimine girmeksizin oynuyordu.
Rejiye gelince; tiyatroda sinematografik ögelerin veya teknolojinin kullanılması demek birkaç rengi solmuş fotoğrafın projeksiyon aracılığı ile yansıtılması demek değildir. Bu ilköğretimdeki bazı öğretmenlerin yılsonu dinletilerinde yaptığı sıradan bir şeydir. Fotoğraf seçiminde dahi hassas davranılmadığı çok açık. Oyunda kullanılan her öge, oyuna hizmet edebilmesi koşuluyla kullanılmalıdır. Oyun içinde, Charlie Chaplin filminden kesit ve Tom&Jerry çizgi filmlerinden bölüm ne diye o kadar bize izlettirildi anlayamadım. Oyunla alâkası yok. Oyun dediğime bakmayın, aslında oyun namına hiç bir şey yok. Sürekli sahne içinde bir ileri bir geri giden, ellerini kollarını nasıl kullanacağını bilmeyen bir oyuncu var. Reji yapmak bu ise diyecek sözüm yok.
Sonuç; böylesine değerli bir konu, böylesine değerli bir metin keşke başka birileri tarafından işlenseydi.
No Comment
You can post first response comment.