rYz-tetikci-ikinci-kat-2Ülkemiz adalet sistemine dair ağız dolusu kötü lâflar ediyorum ama ne fayda. Adalete olan inancımı yitirmeye çalışmadan, inatla umudumu daim tutmaya çalışıyorum her şeye rağmen… O savunduğu namlunun bir gün kendisine de yönelebileceğini düşünmeden ohhlar çeken insanlara ne diyeceğimi bilemiyorum. Bu metni tam yazmaya koyulurken hissettiklerim tam olarak bunlardı çünkü Hrant Dink davası sonuçlandı; “Ogün Samast ve Yasin Hayal müebbet hapis aldılar. Örgüt bağlantısı bulunmamıştır ve Erhan Tuncel beraat.” Eyvahhh!.. Nasıl adi bir karardır bu? Daha düne kadar kamuoyunda Ergenekon diye adlandırılan dava ile ilgisi olduğu iddia edilen dava bir anda örgüt bağlantısı bulunamamıştır diye sonlandırılıyor. Bütün kamuoyu aptal yerine konuluyor, vicdanlar sarsılıyor, yerinden sarsılmış olan adalet inancı neredeyse tamamen koparılıyor. Her şeyin ayyuka çıktığı, faillerinin itiraf ettiği, görüntülerin her şeyi ayan beyan ortaya koyduğu bu davada, ipin büyük bölümünü elinde tuttuğu belli olan kişi beraat alıyor ve örgüt bağlantısı bulunamadı deniliyor. Ne yani? Trabzon’da bir kafede iki genç birbirleri ile sohbet ederken ismini dahi duymadıkları, yazdığı yazılardan birinin bir tek satırını okumadıkları bir gazeteciyi öylesine öldürme kararı mı alıyorlar? Sonrasında da silahı temin edip, plânı yapıp suikastı gerçekleştiriyorlar. Bu mudur? Bu mahkeme kararının tercümesi aynen budur. Hani mahkemelerde kullanılan standart bir kelime grubu vardır ya; “vicdanî kanaate göre” diye devam eder. Bu karar hiçbir vicdanî kanaatin olmadığının, ahlâkın zerresinin bulunmadığının göstergesidir. Aslında bu dava, adaletin, derin devlet denen olgunun kendini ne kadar temize çektiğini de gösterebileceği bir davaydı. Bir fırsattı. Bu kararla adaletin yoldan şaşmışlığı ve derin devlet denen olgunun hiç değişmeden aynen devam ettiği bir kez daha kanıtlanmış oldu. Yine de umudumu yitirmiyorum. Yine de mücadeleye devam etmemiz gerektiğini biliyorum. Bu ve buna benzer kararları verenler de, bu kararların arkasında duran şahsiyetsizler de bilsinler ki bu dava burada bitmeyecektir.

Yazacağım yazı yukarda söz ettiklerimle ilgili. Bu duygularla devam etmeye çalışacağım yazıma ne yazık ki! Başarabildiğim kadarıyla tabi.

Beyoğlu’nun alternatif tiyatro mekânlarından biri olan İkinci Kat’ta Ebru Nihan Celkan’ın yazıp yönettiği bir oyun izledim. TETİKÇİ… Bu ülkede sol – sağ – Alevî – Sünnî dindar, Kürt, Rum, Ermenî, Çerkez fark etmez; sistem kendi sözünün haricinde söz söyleyen ya da öne çıktığını düşündüğü kişileri bir şekilde yok etmenin derdinde olmuştur hep. Bunu kimi zaman açık açık kendi bünyesinden insanlarla yapmış kimi zaman da belli siyasî gruplar içinden ayarladığı tetikçiler, maşalar aracılığıyla yapmıştır. Son olarak meydana gelen olaylardan biri malûmunuz gazeteci Hrant Dink suikastı. Oyunda da Hrant Dink ve benzeri cinayetlerde kullanılan ya da kendini kullandıran insanların alt yapılarının ne olduğu ve bu düzenin nasıl yürütüldüğü işleniyor. Anadolu’nun çeşitli yerlerinden gelen maddî durumu iyi olmayan üniversite gençlerinin maddiyatla nasıl kandırılıp belli mekânlarda yetiştirildiğini, bu insanların ailelerinin ne denli bir acziyet içinde olduklarını, vatan – millet – din duygularının nasıl sömürüldüğünü ve bu üçleme ile insanların nasıl kandırılıp başka insanların üzerine salınmak üzere hazırlandıklarını anlatan bir oyun. Sadece bununla kalmayıp, bahsettiğim mekanizmaların arkasındaki devlet kurumlarının işin içine nasıl dâhil oldukları, devletin belli kurumlarının temsilcilerinin bu gayrı meşru işlerde nasıl rol oynadıkları ve maalesef basının bu katliamlarda, suikastlarda, caniliklerde yeteri kadar duyarlı olmadığı da ele alınıyor.

Oyunda aşırı uçta milliyetçi – muhafazakâr bir grubun bölgedeki lideri konumunda olan biri, o bölgedeki üniversiteye okumak için gelen gençleri tespit ediyor, onlara yardımcı olma bahanesiyle belli evlere yerleştiriyor. Bundan ötürü minnet borçlu ve zaten mecbur olan gençler liderlerinin verdiği emirleri yerine getirmeye gayret ediyorlar. Emirler ne mi? Siyasî manada beyin yıkamalar, kavgalar, yaralamalar ve hatta öldürmeler… Kimisi isteyerek, kimisi kandırılarak bu emirleri yerine getiriyor, kimisi ise korkudan ve maalesef mecburiyetten. Bu ağın içerisinde, davaya kendini adamış, dava uğrunda gözü dönmüş kişi de var, muhbirlik yapan da var, mecburen o evde yaşayan, girdiği için çıkamayan ancak yapılanları hiçbir şekilde içine sindiremeyen de var… Bu gençlerin içinde erkeklik güdüsünü birini öldürmekle tamamlayacağını düşünen ağa düşürülmüş bir genç daha var. Bu kişi, tehlike oluşturma oranı çok az olan biri. Çünkü çevresi tarafından hor görülen, neredeyse hiç konuşmayan, ailesinin maddi durumu çok kötü olan ama kahraman olma güdüsü ile yanıp tutuşan biri. Kendilerince, tam kullanılmaya hazır biri. Kendisine verilen görev; yazılarından rahatsız olduklarını iddia ettikleri bir gazetecinin yaşamına son vermek. Bu görev öyle büyük bir gazla kendisine veriliyor ki; gazetecinin vatan haini olmasından tutun da, ülkeyi bölmeye yönelik aşağılık bir işbirlikçi ve din düşmanı biri olduğuna kadar bütün isnatlarda bulunuluyor. Böyle birini ortadan kaldırmak ise ülkeye ve dine yapılabilecek büyük bir fayda olduğu salık veriliyor kendisine. Bunları duyan genç tereddütsüz görevi devralıyor. Ayrıca kendisini kanıtlayabileceği bir iş olarak görüyor. Bu arada, grubun lideri olan başkan, durumla ilgili olarak işbirliği içinde olduğu ve arkasında duran kurumun görevlisi konumunda olan kişi ile sürekli irtibat halindedir. Son anda bu kurum suikasttan vazgeçiyor ancak artık ok yaydan çıkmıştır. Zaten devlet hep kendi oluşturduğu pisliğin beklediği ve öngördüğü boyuttan daha fazla bir hale geldiğini görünce anında büyüttüğü canavarı ortadan kaldırmaya çalışır. Fakat iş işten geçer. Zamanında gayrı meşru işler konusunda sonsuz destek sundukları kişiler artık kendi namına ve kendi keyiflerine göre hareket etmeye başlarlar.  İşte bu nokta derin denen devletin açık verdiği ve ayyuka çıktığı noktadır. Derken; suikast gerçekleştiriliyor! Sonrası ise daha acı. Grubun başındaki kişinin arkasında olan kurumlar, elbette olaya el atıyorlar. Soruşturma tamamen istedikleri doğrultuda yürütülüyor. Suç sadece bir kişiye, çocuk yaştaki gence yükleniyor. Ve devletin işbirliği içinde olduğu kişi yani azmettirici serbest bırakılıyor. Ne kadar tanıdık değil mi?

Tetikçi; dış ses olarak oyuna katkıda bulunan Aslı Can Kortan’la beraber dokuz kişilik bir oyun. Özgürcan Çevik, Özge Ertem, Güney Zeki Göker, Barış Gönenen, Ararat Mor, Gülce Oral, Fatih Özkan, Eyüp Emre Uçaray… Oyunun kahraman oyuncuları olarak sahnedeler. Bütün oyuncular oyunun söylemek istediğine ve misyonuna çok inanmışlar. Canlandırdıkları karakterlerin geldikleri bölgelerin şivelerini tam manası ile yerine getirememelerinin haricinde hepsi mükemmel oyunculuk sergiliyor. Belli ki hepsi ülkede yaşanan faşizan uygulamalardan, özgürlüğe ve adalete vurulan darbelerden, oynanan çirkin oyunlardan, ötekine tahammülü olmayan insanlardan, kendi görüşünden olmayanı ortadan kaldırmaya çalışan canilerden yana dertliler… Kim değil ki? Ve bu oyuncu arkadaşlarım, susmayı değil, alenen tepkilerini belli etmeyi tercih ediyorlar. Bunun için varlar, bunun için o sahnedeler. Hem de hiç çekinmeden ve hiçbir şekilde geri adım atmadan. Alınması gereken sorumluluğu henüz genç yaşlarında büyük bir bilinçle ve cesaretle yükleniyorlar. O kadar kusursuz bir oyunculuk görüyoruz ki sahnede, inanmayan, yaşananları daha doğrusu yaşatılanları anlamayan insan bu denli içten oynayamaz. Şu anda yazarken bile onların oyunculukları aklıma geldikçe duygulanıyorum. Hem yapılan zulme duyduğum öfkeden ötürü hem de bu zulme, bu faşizan uygulamalara dur diyebilen ve sesini bu kadar açık bir şekilde çıkarabilen insanlar olduğu için hissettiğim kıvançtan ötürü.

Ebru Nihan Celkan… Ne yazık ki çok geç tanıdım kendisini ama iyi ki tanıdım. Hrant Dink davasında karar açıklanmadan üç gün önce izledim yeni oyununu. Celkan, oyunun yazarı ve yönetmeni. Hrant Dink suikastında, Rahip Santoro cinayetinde, Zirve Yayınevi katliamında ve öncesindeki birçok suikastta işleyişin nasıl olduğunu, kurgunun nasıl yapıldığını, gençlere “ocak” denen yerlerde nasıl gaz verilip, her şeyi yapabilir düzeye getirildiğini hiçbir detay atlamadan veren bir oyun kaleme almış. Bir yazar, ancak bu kadar iyi gözlem yapabilir, ancak bu kadar araştırmacı olabilir, sadece yazmakla kalmaz ancak bu kadar başarılı bir şekilde sahneye aktarabilir bir metni. Ufak bir hatası da yok değil yazarın. Bu hataya birçok insan da düşebiliyor maalesef. Hep derler ya; “Tetiği çekene değil, onların arkasındaki güce bakacaksın. Tetiği çekenler kandırılan ve nihayetinde kullanılan gariban insanlar.” Burada da o mesaj var sanki. Elbette arkadaki güce ya da mihraklara bakmak lazım. Ancak şunu unutmamak gerekir. Tetiği dünden çekmeye teşne olanlar olmazsa tetiği çektiren olmaz. Olsa bile sonuçlar hep böyle olmaz. Sonuçta tetiği çeken insanın içinde demek ki o canilik, o insan dışılık var. Yoksulluk, cehalet, aymazlık; hiçbir sebep başka bir insanı öldürmek için harekete geçmenin sebebi olamaz. Tabi ki cehalet ve yoksulluk kaldırılınca bu cinayetler, vahşilikler azalacaktır ve belki de yok olacaktır ancak milyonlarca yoksul insanın içinden neden bu kişiler yapabiliyor? Kimisi karıncayı dahi incitmezken neden bunlar bu türden işlerin koşucusu olabiliyor? Kahramanmaraş, Çorum, Sivas, Başbağlar, Mardin Bilge Köyü katliamlarında, gazeteci – yazar, sanatçı, bilim insanı, parti mensubu insanların cinayetlerinde; “orada bulunan insanlar birer kukla, gariban insanlar, asıl arkadakilere bakmak lazım” diyerek faillerin suçunu hafifletemeyiz. Hangi insan aklı ve vicdanı yanan insanın karşısında kılı kıpırdamadan durabilir. Duruldu, durulmakla kalmayıp alkış tutuldu, hayvanca nidalar çıkarıldı. O yüzden tetiği çeken de çektiren de aynı oranda suçlu ve sorumludur. Celkan, “bu oyunda birini daha az suçlu buluyor” demiyorum ancak “tetikçiler kullanılan ve gariban insanlar” vurgusu maalesef var. Bu hataya rağmen oyunu ağzım açık izledim. “Ocak” denen o yerlerin içi dışı artık herkesin malûmu. Oralarda hiyerarşinin nasıl işlediğini, insanların nasıl cezaya çekildiğini, olayların nasıl tertiplendiğini bu konulara birazcık kafa yoran hemen hemen herkes bilir. Bu siyasî grupları tanıyan biri oyuna danışmanlık yapsaydı ancak bu kadar gerçekçi ve başarılı olabilirdi. Rejisi de kalemi kadar başarılı. Sahnede verilmesi gereken mesajı asla gölgede bırakmayan sade bir reji var. Derdi var çünkü Celkan’ın… Amacı derdini, daha doğrusu derdimizi anlatmak. Amacı, popüler bir konuyu ele alıp, akıl oyunları ile dolu bir reji yapmak değil. Bu demek değildir ki çok sığ bir anlatım var sahnede. Aksine bu metnin her cümlesini nakış nakış seyircinin beynine nakşeden kusursuz bir yönetim görüyoruz. Özellikle ara ara oyundaki karakterleri tanımamız açısından ailelerine dönüş yapması oyundaki duyguyu daha da arttırıyor.  Ve tabi ki, haberleri sunan dış seste bu oyunda önemli bir yere sahip olmuş. Cinayet haberinin hemen ardından bir magazin haberi. Hem de suratlar ve ses tonu adeta hiç o cinayet haberi geçilmemiş gibi sırıtarak ve pişkince.

Sahnede çok az öge kullanmış. Sade bir sahne tasarımını, yerlerde ve duvarlarda bulunan gazete kupürleri tamamlamış. Gazete kupürlerine de mutlaka dikkat edin. Her biri ne yazık ki içler acısı halimizin resmi niteliğinde.

İkinci Kat’ta, izleyenlerin dimağlarını harekete geçiren, duyguların düşüncelerin yeniden sorgulanmasını sağlayan oyunlar sahnelenmeye devam ediyor. Tetikçi de bu oyunlardan biri. Ve Tetikçi bu sezon izlediğim en iyi oyun sıralamasında şu an için benim gözümde ve gönlümde birinci yerine oturdu.

Var olun; Ebru Nihan Celkan, Özgürcan Çevik, Özge Ertem, Güney Zeki Göker, Barış Gönenen, Ararat Mor, Gülce Oral, Fatih Özkan, Eyüp Emre Uçaray, Aslı Can Kotran, Zehra Şahin, İpek Banu Kılar.

 

No Comment

You can post first response comment.

Leave A Comment

Please enter your name. Please enter an valid email address. Please enter a message.