01_a2000’li yıllarla beraber Türkiye’ye giren yüze vurumcu tiyatro örnekleri birkaç tiyatro grubu tarafından sahnelenmeye çalışılıyor.  Elbette bu gruplardan veya grupların yüze vurumcu tiyatro örneği olarak sunmaya çalıştıkları oyunlar içinde başarılı olanları var. Ancak bazı tiyatro grupları maalesef bu tiyatro akımını farklı yorumlamakta.

Yüze vurumcu tiyatro dinamiklerini psikoloji biliminden alır. Özellikle de Freud’dan yani psikanalizden. Bu bağlamda insanoğlunun bilinçaltında bulunan ve hayat içinde kendini en ağır şekilde belli eden cinsellik ve saldırganlık ögelerini içinde barındırır. Yüze vurumcu tiyatronun en temel işlevi, insanoğlunun iç dünyasından yani “id”inden gelen ve çoğu zaman hatta neredeyse her zaman kabullenmedikleri olumsuz yönlerini tokat gibi seyirciye çarpmasıdır. Bunun yanı sıra diğer bir amacı da yine insanın sosyal yaşamda aslında ne kadar büyük çirkinlikler sergilediğini de seyirciyle yüzleştirmektir.  İnsan, yaşamın akışı içindeyken kendi yaptıklarını, kendisine yapılanları ya da gözlerinin önünde cereyan edenleri bazen objektif gözle değerlendiremeyebilir. Biraz uzaktan baktığı zaman bazı şeyleri açık seçik görebilir. Yüze vurumcu tiyatro akımında da hedef budur. Maksat, seyirciyi kendi hayatının keşmekeşinden, bulanıklığından çekip yaptıklarını birer birer suratına vurmaktır, aslında “sen bir yanınla da busun” demektir. Bunu yaparken kimi zaman seyirciyi de gerek bedensel gerek duygusal olarak işin içine çeker. Aslında şart değildir ancak bazı olumsuzluklar izleyenin yüzüne vurulmak isteniyorsa psikodramanın tekniklerinden biri olan bu uygulama yapılırsa asıl amacına ulaşılmış olunur.  Ancaaaak, yüzleştirmeler, olumsuzlukların seyirciye tokat gibi çarpılması eğer bir anlam ifade ediyorsa verilmelidir. Aksi takdirde sadece dikkat çekmek için oyun içinde ensest, cinsellik, saldırgan verilirse o zaman tiyatro grubunun kendisi yüze vurumcu tiyatro akımına bir örnek teşkil eder. Yani sahtekârlık yapmış olur. Ve asıl yüzleştirme işte burada başlar. Kendinle yüzleşmek…

Tiyatro 0.2 İstiklâl Caddesi’nde küçük bir mekânda yüze vurumcu tiyatro örnekleri sahneleyen bir grup. Birçok oyunlarına gittim. Hepsi de bu sayfalara konu olabilecek oyunlar. Her ne kadar işlenmesinde ve bilimsel manada hatalar olsa da oyunlarında psikolojik derinlik var. Bu da onları farklı kılıyor ve bir adım öne geçiriyor. Son olarak Limonata’ya gittim. Aynı oyun içinde birçok farklı duyguyu, olguyu, hayatı, hastalığı vermeye çalışmışlar fakat hepsi eksik bırakılmış. Bu bir tercih olsa anlarım. Bazı yönetmenlerin veya yazarların tercihi bu doğrultudadır. Sonunu ya da devamını seyirciye bırakırlar. Ancak durumun burada böyle olmadığı aşikâr. Tamamen kurguyla ve oyundaki kahramanların psişik durumlarının derinlemesine analiz edilmemesi ile ilgili bir eksiklik var. Oyunun künyesine baktığımda herhangi bir psikologla çalışmış değiller. Benden naçizane bir öneri; yüze vurumcu tiyatro yapmaya gayret ediyorsanız mutlaka bir psikologdan danışmanlık alın. O zaman farkı daha net bir şekilde görürsünüz. Psikolojik analizler maalesef halkımızın büyük bir bölümü tarafından gayet rahat bir şekilde yapılıyor. Âdeta herkes psikoloji uzmanıymış gibi ahkâm kesiyor. Sizler de Limonata oyunun da o kadar derinlemesine hastalıkları, bunalımları, patolojileri ele almışsınız ki bunun altından elbette lâyıkıyla kalkamazsınız.  Ki Limonata oyununuzda diğer oyunlarınızda da bu eksiklik net bir şekilde ortada. Gizli kardeş kıskançlığı, eşcinsellik, sanrılar, paranoyalar, tutunamamalar, depresyon, gerçekle yüzleşememeler, bitirilmemiş işler, patolojik aşk… Bunlar Limonata oyununda aldığınız belli başlı bunalım nedenleri. Bu kadar yükü bence bir psikologla çalışarak sırtlamaya çalışın yani biraz daha bilimsellik katın. Aksi takdirde yaptığınız işlerdeki gedikler gün be gün büyür.

Yazar; Sami Berat Marçalı… Genç yaşta gayet başarılı işler yapmış biri. Ancak yukarıdaki tavsiyeleri kendisine de yapmak zorundayım. Lütfen yazarken daha fazla araştırarak yazın. Size çok daha derinlemesine analizler yapmanızı sağlayacaktır. “Bu benim bakış açım ve ben böyle istiyorum” derseniz oyunlarınızın sahnelenmesi sadece bu dönemlerle sınırlı kalır. Ancak daha bilimsel çalışırsanız oyunlarınız yüzlerce yıl sonra dahi oynanabilir.

Yönetmen; Murat Mahmutyazıcıoğlu… Her ne kadar eksikleri olsa da elinizde gayet dolu bir metin var. Bu metni sahneye aktarmak elbette zor olacaktır. Ancak aynı anda birçok öykünün, birçok kahramanın anlatılmaya çalışıldığı bu oyunu sıkıştırmaya hiç gerek yok. İç içe geçmiş mekânlar, birbirinden kopuk sahneler seyirciyi oyunu takip etmesi açısından sıkıntıya sokuyor. Bu da oyunun anafikrini yok ediyor. Ve böyle yaparak yazara haksızlık etmiş oluyorsunuz. Dekorunuz, aksesuarlarınız biraz daha özenli olsun. Maddi imkânsızlıklar asla bahane edilmesin. Sizin durumunuzdan daha kötü durumda olan nice tiyatro grubunun oyunlarını izledim. Bu, işinize verdiğiniz önem ve disiplinle ilgilidir. Size disiplinsiz demiyorum ancak daha fazla disiplinli olmanızı net bir şekilde salık verebilirim. Özellikle kostümleriniz. Yahu lütfen, bari arada günlerin geçtiği sahnelerde kostümleri değiştirin. Bu da mı zor bir şey? Tiyatro disiplin işidir. Tiyatro sadece oyuncunun sahnedeki başarılı performansından ibaret değildir. Aynı zamanda ayrıntı gibi görünen bu tür şeylere dikkat etmektir. Ve bunları ne kadar önemsenirseniz o denli yükselirsiniz. Aksi takdirde bir müddet sonra seyirci bunu idrak eder ve oyuncularınız ne kadar iyi olursa olsun sahnenizden çekilirler.

Barış Gönenen… Yine Tiyatro 0.2’nin sahnelediği Kainatın En Hızlı Saati oyununda eşcinsel duyguları olan bir ergeni oynamıştı. O oyunda benim favori oyuncumdu. Ancak bu oyunda kendisini yine aynı şekilde görünce hayâl kırıklığına uğradım. Her iki oyunda da aynı adam vardı karşımda. Mimikleri, el kol hareketleri, beden kıvırmaları… Her şeyi aynıydı. İki karakterinde tek ortak özelliği eşcinsel olmaları. Başka ortak özellikleri yok. O zaman aynı şekilde oynamaya ne gerek var? Ve ısrarla söylediğim bir şeyi bir daha söylüyorum. Lütfen eşcinsel karakterleri illa komedi unsuru katarak oynamaya çalışmayın. Eşcinsellerin iç dünyalarında var olan duygu durumlarını araştırırsanız zaten ne dediğimi anlarsınız.

Heves Duygu Tüzün… “Büyük ya da küçük rol yoktur, büyük oyuncu vardır.” Ben Heves Duygu Tüzün için bu sözü gayet gönül rahatlığı ile söylerim. Aslında bunu söyledikten sonra başka bir şey söylemeye de gerek yok ama yazı da mimik ve jest olmadığı için eksik ya da tamamen yanlış bir anlam çıkabilir diye açıklama gereksinimi duyuyorum. Heves Duygu Tüzün’ün oyun içinde küçücük bir rolü var ancak o küçük role o kadar iyi hazırlanmış ki oyunun bütününe imzasını çakmış. Özellikle sakin ve abartısız oyunculuğu benim dikkatimi çekti. Ayrıca oynadığı tipi çok iyi gözlemlemiş. Tebrikler…

Sezgi Mengi… Oyununu oynarken o kadar dikkat kesilerek oynuyor ki bazı oyuncuların yaptığı gibi sadece kendi rolü ile değil sahnedeki herkesin rolü ile ilgileniyor. Yani oyunun tam olarak içinde. Ve dolayısıyla seyirci de onun bulunduğu sahnelerde oyuna tam olarak yoğunlaşıyor. Gözleri ışıl ışıl, her duyguyu sadece gözleriyle dahi anlatabilir. Kendisini izlemekten büyük zevk aldım.

Son sözüm Tiyatro 0.2 grubunun hepsine. Oyunlarınızın içine yerleştirdiğiniz cinsellik ve saldırganlık ögeleri sırf dikkat toplamak için konulmasın, bu sahneler abartılı ve yersiz olmasın, sürekli kendini tekrar etmesin. Aksi takdirde ucuz ve magazinel işler yapmış olursunuz. Yolunuzu bozmadan devam ettirirseniz gerçekten sadık ve sağlam bir seyirci kitlesi oluşturursunuz. Amman dikkat çekmeye çalışmayın, bu tuzağa düşmeyin lütfen.

No Comment

You can post first response comment.

Leave A Comment

Please enter your name. Please enter an valid email address. Please enter a message.