tez-gizli-oturum-istseh-6“Nasıl ki doğuşumuz bizim için her şeyin doğuşu olduysa, ölümümüz de her şeyin ölümü olacaktır… Ölüm, uzun ömürle kısa ömür arasındaki farkı kaldırır, çünkü yaşamayanlar için zamanın uzunu kısası yoktur.”  – Michel de Montaigne –

Fransız yazar Montaigne’in “Ölüm Üstüne” isimli deneme yazısı hayata yüklememiz gereken anlamı, kendimize biçeceğimiz değeri, ölüm ile yaşam arasındaki çizgiyi, ölüme yüklenebilecek trajikomik anlamları mükemmel bir şekilde özetlemiştir. Bu bağlamda bir denemeden öte bir tespitler silsilesidir. Belki de bu bağlamda söylenebilecek bütün sözlere noktayı koyan bir eserdir. Ve fakat Jean Paul Sartre’in Gizli Oturum adlı oyunu da bir o kadar ölümün müthişliği, insanoğlunun hayatın anlamını bilip – bilmemesi ve ölümden sonraki yaşamı düşünüp belki de ona göre kendini ve yaşamını tekrar gözden geçirmesi üzerine en az Montaigne’in denemesi kadar muhteşem bir metindir.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları sahnelerinde seyirci ile buluşan oyun, salondan çıktıktan sonra, kişide kendi kendini sorgulama sürecini yeniden başlatan bir oyundur. Sancı çekmemizi, neden var olduğumuzu, “Aslında neyiz ve ne kadarız?”, “Peki dünyadan yani ölümden sonra ne olacak?”, “Ardımızda kalanlar için biz ne anlam ifade edeceğiz?”  sorularını sormamızı sağlayan bu oyun için İ.B.B. Şehir Tiyatrolarını naçizane tebrik etmek lâzım.

Oyunda, yaşamları süresince, bazı durumlarda haksızlık yapan, türlü suçlar işleyen, vicdanlarını rahatsız edecek davranışlar sergileyen üç insanın öldükten sonra bir odaya hapsedilip, o oda içerisinde kendi hayatlarını gözden geçirme süreci anlatılmaktadır. Karakterler bu hesaplaşmayı yaparken ardında bıraktıkları yaşamları da görebilmektedir. Eşleri, sevgilileri, arkadaşları kendilerinden sonra neler yapmaktadır’ı da gören karakterlerin kendi yaşamları ile hesaplaşmaları daha manidar bir hâl almaktadır. Bu süreçte bile aynı oda içindeki üç kişinin birbirlerine karşı oynadıkları türlü hileli oyunlar ise yaşamlarında olduğu gibi aynen devam etmektedir.

Bütün oyunların başının sürekli olarak devinimli başlaması gerektiğini ve seyircinin ancak bu sayede oyunda tutabilmenin mümkün olabileceğini düşünen birçok yönetmenin ve oyuncunun aksine oyun gayet sessiz – sakin bir şekilde başlıyor. Ve çoğu zamanda bu şekilde devam ediyor. Bu durum az önce bahsettiğim kişilerin de tezini tamamen çürütecek nitelikte bir durum yaratmaktadır. Aksine bu başlangıç “İlerleyen dakikalarda ne olacak?” sorusu ile beraber heyecanın daha da artmasını sağlamıştır. Yönetmenin oyundaki her alanda sadeliği tercih edip konunun özüne dikkat çekmeye çalışması metnin yazılma tarzı ve amacına da uygun düşmektedir. Bu durum ölümün soğukluğunu yansıtmasına da büyük destek sağlamıştır.

Oyunculardan Estelle karakterindeki Özge ÖZDER’e olan hayranlığım bu oyun sayesinde bir kat daha arttı. İzlediğim bütün oyunlardaki performansına, bitip tükenmeyen enerjisine, duyguların hepsini adeta o an yaşıyormuş ya da daha önceden yaşamış edasıyla sunmasına hep hayran kalmışımdır. Bu oyunda da sahneye adım attığı dakikadan itibaren hem oyuna yeni bir enerji getirmesi hem de içten oynaması bağlamında kendini izlettirmeyi başarmaktadır. Ukala, kendini aşırı derecede beğenmiş, daha çok kendinden bahsetmeyi seven, erkekleri daha çok kendi amaçları doğrultusunda kullanan ve bu uğurda yapılması gereken tüm eylemleri yapmaktan çekinmeyen, özetle narsistik kişilik eğilimi gösteren kadını kusursuz oynamaktadır.

Özge ÖZDER için söylediğim sözlerin hepsini Garsen karakterinde karşımıza çıkan Emre NARCI için söyleyemeyeceğim. Duygu dönüşümlerini ani verişi, ağlama ile gülme eylemlerini hiçbir şekilde veremeyişi, karşısındaki oyuncuya değil de kendi sözlerine odaklanma çabası eleştiri unsurlarından birkaçı… Ancak yaşamda iken yaptıklarından ötürü iç sancı çeken ve ölümden sonra olacaklardan korkan adamı yansıtması ise başarılıydı.

Ece Okay IŞILDAR… Sert, eşcinsel duygulara sahip, erkeklerden nefret eden bir kadın… Tek kelime ile muhteşem bir iç duygu. Eşcinsel duygulara sahip bir insanı içselleştirerek oynaması ve bunu yaparken asla komik ögelerle vermemesi, duygunun seyirciye direkt geçmesini sağlamıştır. Elbette bu yansıtmada yönetmenin isteği ve tercihi de büyük öneme sahiptir. Bugüne dek nedense eşcinsel karakterler sürekli olarak komik bir şekilde verilmiştir. Oysa bu oyunda eşcinsellerin yaşamış olduğu içsel duygular ve dürtüler olması gerektiği gibi ciddi bir şekilde sunulmuştur.

Oyunda dekor, ışık ve müzik sade bir şekilde kullanılmıştır. Hatta birkaç Fransız müzik eserinin yanı sıra oyunun müziği yok. Aynı şekilde türlü ışık oyunları ile bezenmiş bir oyun da değil. Buna rağmen oyun akıcı, sürükleyici ve merak uyandırıcıdır. Bu durum yazının başında da belirttiğim gibi “oyunda mutlaka çarpıcı unsurlar bulunmalı ki seyirci oyunun içine girebilsin” düşüncesini ifade edenlerin tezini çürütmektedir. Bu sadeliğe rağmen birçok oyunda gördüğüm uyuklayan seyirciyi veya oyundan sonra sıkılmış yüzleri görmedim.

Tekrarlıyorum; bu oyunun sahnelenmesini sağlayan İ.B.B. Şehir Tiyatrolarına ve aynı zamanda böylesine derin bir oyunu yine böylesine derin ve sade bir şekilde anlatan bütün ekibe, bu zevki ve analizi bizlere tattırdığı için teşekkür ederim. Ve lütfen böylesi derin analizler yapmamızı sağlayan, daha açık bir söyleyişle bizlere içsel sancılar çektirip hayatımızı tekrar gözden geçirme doğrultusunda adımlar attıran bu tür oyunların koltuklarını boş bırakmayalım…

No Comment

You can post first response comment.

Leave A Comment

Please enter your name. Please enter an valid email address. Please enter a message.