guzel-bir-gun-01_7Tarık Şerbetçioğlu’nu İBB Şehir Tiyatrolarındaki yazdığı, yönettiği ve oynadığı oyunlardan, dizilerdeki rollerinden hepimiz biliyoruz. Aynı zamanda onu az çok takip edenler bilir ki azimli, sürekli üretme derdinde olan tam bir tiyatro âşığıdır. Kamu kurumsal (ödenekli) bir tiyatroda olmanın verdiği rahatlıkla sırtını kurumuna yaslar, rol verilirse yada görev tevdî edilirse yapar, iş olmazsa da umursamayıp yoluna devam edip, arada da diziler için rol kovalama yolunu seçebilirdi; ne hazin ki bazı oyuncuların yaptığı gibi… Ama o öyle yapmıyor. Şehir Tiyatrolarında çıkardığı prodüksiyonel bağlamda epey büyük olan oyunlarının haricinde bir de eşi Binnur Şerbetçioğlu ile birlikte kurduğu İstanbul Kumpanyasında da geniş bir ekiple oyunlar yazıyor, yönetiyor, yeri geldiğinde oynuyor, o oyunları farklı farklı kesimlere ulaştırma gayretinde koşturuyor, hatta kısıtlı imkânlara rağmen turneler dahi yapıyor. Grup bu azimle ve çabayla daha çok yıllar tiyatromuzda var olmaya devam eder diye umuyorum.

İstanbul Kumpanyası kurulduğu günden beri takip ettiğim bir gruptur. Bu yıl çocuk oyunları, dramları, komedi oyunları derken tam bir repertuar tiyatrosuna döndüler. Neredeyse bütün oyunlarını izledim. Bu ay çıkardıkları oyunlardan birini daha izledim; “GÜZEL BİR GÜN”.

“Güzel Bir Gün”, İskoç asıllı henüz yirmili yaşlarında genç bir yazar olan Kieran Lynn tarafından kaleme alınmış bir oyun. 2012 senesinde İngiltere’de de sahnelenen oyun “Bir Sınır Olayı” adıyla seyirciyle buluşturulmuş… İzledikten sonra oyunun çevirisini yapan Yeşim Gökçe’nin “Güzel Bir Gün” diye çevirerek doğru bir tercihte bulunmuş olduğunu anladım.

“Güzel bir gün geçirmeye gelmiştik! Diplomatik bir krize yol açabileceğimiz aklımıza gelmemişti…”

İki genç sevgili hemen yanı başında ördeklerin yüzdüğü bir göletin olduğu bir parktaki bankta oturmuş günün tadını çıkarmaya çalışıp, aheste bir sohbete dalmışken birden bire biri bankın üstünden ikisinin tam ortasından geçerek fütursuz bir şekilde ittirip bir şerit çekmeye çalışır. Onların seslenmesine aldırış etmeksizin göle kadar şeriti çeker. Göle geldiğinde duraksar ve ondan sonra iki gencin seslerini duyar. Bunun ne anlama geldiğini soran gençlere ise artık iki taraf arasında çıkan anlaşmazlıkların kısmen sonuca ulaştığını ve alınan karar doğrultusunda sınırın çekilmesi gerektiğini, bu sınırın ise tam bu parktan ve yapılan hesaplara göre de bankın üzerinden geçtiğini, bu işle de kendisinin görevlendirildiğini söyler. Gençlerin şaşkın bakışları, sordukları sorular, öğrenmek istedikleri bütün bilgiler havada asılı kalır. Çünkü karşılarında adeta bir robot gibi sadece verilen emirleri harfiyen uygulama derdinde olan resmî bir görevli vardır. Sonrasında üçü arasında yapılan bu uygulamaya dair sorgulamanın ötesinde onlarca dilemmayı içeren ve başka yerlere varan bir sohbet başlar… Sohbetin sonu ise beklenmedik bir şekilde gelir.

Genç kadın bu sorgulamalar esnasında daha bilinçli gibi görünüyor ama ben aslında tam da öyle olmadığını düşünüyorum. Çünkü kurduğu cümleler hep basından takip ettiği ve aslında yine birilerinin manipülasyonuyla elde ettiği bilgiler. Birileri neyi ne kadar bilmesini istemişse o kadarını öğrenmiş ve fakat kendisi dahi bunun idrakinde değil, aksi gibi bilinç düzeyinin çok yükseklerde olduğunu düşündüğü için sevgilisini dahi küçümsemeye hatta yönlendirmeye çalışıyor. Genç adam; sevgilisine nazaran daha romantik olan, kısmen de dünyadan elini eteğini çekip kendince bir yaşamı tercih etmiş ve fakat bu tercihinin içinde de kısmî bir bencillik barındırdığını gördüğümüz kişi. Sınır muhafızı olan adam ise duygularını zaman içinde dağlamış, salt makine gibi işlev gören, tamamen yönlendirmelerle ve yönetmeliklerle hareket eden, belki de bu sayede ailesinden ve çevresinden görmüş olduğu itilip kakılmaların intikamını almaya gayret eden biri. Hemen hemen her cümlesinde onun geçmiş yaşantısından arta kalan bunalımlı hallerini, kendini tatmin edişini görebiliyoruz. Yine de özünde bir yerlerde saflığı ve temizliği barındırıyor ancak az önce de belirttiğim gibi çekmiş olduğu sıkıntıların rövanşını almak istercesine kendisine emredilenleri sert şekilde uygulamaktan kaçınmıyor. Her zaman işe yarar olduğunu hissetmek istiyor; zamanında çok aşağılandığı için üzerinde bu kompleksi yapıştırmış şekilde…

Yazar Kieran Lynn, metninde bir yanıyla devlet denen aygıtın, yöneticiler denen ve erki elinde tutan gürûhun halktan kopuk ve hatta belki de halkın komple karşı duracakları uygulamaları acımasızca uygulamalarını anlatırken öte yandan bu uygulamaların insan hayatı ve kişiliği üzerinde oluşturduğu gedikleri aktarıyor. Huzuru sağlamak adına konulan kuralların asıl huzuru bozan hale gelişini eleştirmek gibi toplumsal bir konuya değinirken, metindeki diyaloglara işin içine kişisel menfaatlerimizin girmesi durumunda nasıl da aşktan, sevdadan, sevgiden vazgeçer hale geldiğimizi de ustalıkla yerleştirmiş.  Muhafız rolündeki kişi, gençlerle yaptığı sohbetler esnasında ismini, cismini, tam olarak ne olduğunu bilmediği ve bizim de bilemediğimiz biriyle sürekli telsiz aracılığıyla konuşuyor, ondan talimatlar alıyor. Görmediği, bilmediği kişi yada kurumdan korkuyor, çekiniyor, sebepsiz bir şekilde saygı duyuyor. Esasında derinlemesine düşünecek olursak bu bir takım ülkelerin kendilerinden güçlü gördükleri başkaca emperyal ülkelere veya güçlere karşı algılarını yansıtan bir durum. Bizler de bazı güçlere ve ülkelere karşı kendimizce kocaman algılar oluştururuz, o güçler hakkında sadece hayâlden ibaret düşünceler geliştiririz, hayâlden korkar, hayâli sever, hayâli büyütürüz. Ve kuvvetle muhtemeldir ki büyüttükçe büyüttüğümüz bu güçler hayâli kendisinden daha güçlü olan olgulardır. Ne yazık ki bunu bir türlü anlayamayız.

“Geçmemize izin verilmeyen bir dolu görünmez çizgi var.”

Yazar, bütün bunların yanı sıra satır aralarında çok büyük başlıkları da yedirmeye gayret etmiş. Sınırların sadece ülkeler arasında belirgin şekilde görünen haliyle olmadığını, hayatımızın birçok yerinde, neden konulduğunu dahi sorgulamadığımız nice çizgilerin, sınırların ve yasaklamaların olduğunun da altını çiziyor; çimlere basmayınız, çizgiyi geçmeyin, bekleme yapmayın, tam burada durun gibi… Yaşanan aşklarda bile “belli sınırlarda, olması gerektiği ölçülerde” gibi sınırlandırmalarla da hayatımızı daha mutlu halde tutmak varken daha ruhsuz ve mutsuz yaşadığımızı da ekliyor. Büyük sınırları kaldırmanın yolunun evvela zihinlerdeki sınır mantalitesinin kalkmasından geçtiğini vurguluyor.

Yönetmen koltuğunda Tarık Şerbetçioğlu oturuyor. Şerbetçioğlu metnin derdinin “sınırlar” olduğunun idrakinde bir yönetmen olduğunu rejinin tamamında hissettirmiş. Oyun sonrasında sohbet ettiğimizde “Ben büyük büyük dekorlarla, görselliği fazla olan bir efekt tasarımıyla metni daha etkileyici hale getirebileceğimi düşünüp bu yolu tercih edebilirdim ama o vakit yazarın altını çizmek istediği hususun hakkını yemiş olurdum.” dedi. Bence de doğru bir tercihte bulunmuş. Sahnenin tam ortasına basit bir bank yerleştirmiş. Oyunu da o bankın etrafında kurmuş. Bazı oyunlar için abartıya hiç gerek yoktur. Hatta abartılı yan unsurlar kimi oyunların temel derdinin kıymetini de azaltabilir. Bu oyun, seyircinin düşünce dünyasına hitap eden ve kafaları kurcalamayı isteyen bir metinse onu gölgede bırakabilecek her şeyden kaçınılması gereken bir oyun ki Tarık Şerbetçioğlu tam da bu minvalde işlemiş rejisini. Lâkin oyunun başında sınırın ilk çizilmeye başlandığı sahnede muhafız kişi keşke sahnenin yan tarafından değil de tam arka taraftan gelseydi. Sahnenin imkânları ile alakalı bir durum belki ama yandan birinin, evvela sıradan şekilde girip sonra perdenin altından şeriti çıkarıp onu kullanması sakil durdu. Son sahnede yönetmen oyunu daha optimist bir halde bitirmeye çalışmış ama zannımca böylesi oyunlar kötü bir sonla bitse daha etkili olur. Yazar da zaten öyle noktalamış. O büyüyü bozmadan seyirciyi salondan uğurlamak metindeki düşündüren yönü daha belirgin hale getirebilirdi.

Oyunculuklar…

Özkan Ayalp; sınır muhafızı rolünde… Muhafızın geçmişte belli travmatik olaylar yaşadığını yer yer görüyoruz. Belki o olayları yaşamamış olsa oyunda kimi zaman gördüğümüz o acımasız hale bürünmeyecektir. Ayalp, muhafızın geçmişteki travmatik durumlarına rağmen yine de o günlerden yüreğinde taşıdığı saf hali de karaktere eklemiş. Karşımızda salt emir eri niteliğinde katı bir adamdan ziyade yer yer saflığına acıdığımız ve hatta güldüğümüz birini görüyoruz. Kattığı bu yorum karakterin daha gerçekçi olmasını ve oyun içinde daha görünür kılınmasını sağlamış. Ancak Ayalp’in bir şeyler yerken yaptığı konuşmalar net şekilde anlaşılmıyordu. En önde oturmuş olmama rağmen ben anlamadıysam arka sıradakiler hayli hayli anlamamışlardır diye düşünüyorum.

Genç adam rolünde Yavuz Topoyan sahneye çıkıyor. Metni okuduğum zaman gel-gitleri olan bir adam canlandırdım karşımda. Oyuncu da aynı algıyı edinmiş olacak ki yer yer kendine ait olmayan düşünceleri de savunan ve birden bire duygu boyutu farklılaşan bir kimliği bizlere sundu. Oyunda duygu geçişleri en fazla olan oyuncuydu. Bunun da hakkını vererek oynadı.

Songül Bayoğlu genç kadın rolünü üstlenmiş. Sesinin tınısının kulağa çok hoş geldiğini ve Türkçeyi çok sarih bir şekilde kullandığını söylemeden geçmek mümkün değil. Oyunda diyalog kurduğu kişiyle tam bir motivasyon içinde konuşuyordu; diğer iki oyuncuya nazaran bunu daha iyi şekilde yaptığını söylemek lâzım. Yapmacıklıktan uzak sade bir oyunculuğu var. Kimi zaman ufka doğru bakarak yaptığı sorgulamalardan sonra birden bire kesip dönüşümlerini tam olarak ayarlayamamasının haricinde başarılı bir performans sergiledi.

Oyunu Kozyatağı Kültür Merkezinde izledim. Ancak bu oyunun kesinlikle alternatif mekânlar adını verdiğimiz sahnelerde daha can bulacağını, daha anlamlı olacağını düşünüyorum.

Henüz dünya tiyatro sahnesine yeni çıkmış olan bu oyunu çevirip dilimize kazandırdığı için Yeşim Gökçe’yi ve oyuna ruh veren Tarık Şerbetçioğlu’nu naçizane tebrik ederim.

No Comment

You can post first response comment.

Leave A Comment

Please enter your name. Please enter an valid email address. Please enter a message.